8 Nisan 2015 Çarşamba

BİR GÜN KOKAR, Karozan (İsmail KARA) Yedi Gün gazetesi: 02.04.2015

BİR GÜN KOKAR

                                                                                      İsmail KARA
    Bazen eski zamanları özlüyor, arıyorum.
     Çocukluk günlerim, gençlik yıllarım; bir sinema şeridi gibi hayatım, gördüklerim, yaşadıklarım canlanıyor beynimde.
     Düğünler, bayram kutlamaları, insanlar arasında sevgi ve saygının fazlasıyla yaşandığı zamanlar. Sosyal yardımlaşmalar. İmece…
     Bakıyorum da onlar hep mazide kalan birer bilmece.
     Çocukluğumun büyük bir bölümünün geçtiği o köyüme gidiyorum bazen. Hani derler ya “ölü toprağı seçmişler üstüne”. İşte öyle bir şey…
     Ne kuşların cıvıltısı, ne kuşlar gibi şen şakrak çocuk sesleri,
     Ne inek ve öküzlerin böğürmesi,
     Ne eşeklerin anırması,
     Ne köpeklerin havlaması,
     Ne horozların ötmesi, tavukların gıdaklaması,
     Yok arkadaş yok!..
     Var olan evlerinin önünde birkaç ihtiyar.
     Boydan boya bir sessizlik var.
     Yalnız köyler mi değişen?
     Yoksa, her tür kirliliği ile kentler mi gelişen?
     Bence gün gün olumsuzluğa koşuyor düzen…
     Şimdi size Mart 2000 de yazdığım bir şiirimi sunuyorum,”Bir Gün Kokar”

     Öylesine değiştik,
     Öylesine değiştirdik ki;
     Bambaşka oldu dünyamız,
     İşimiz, gücümüz para,
     Her düşüncemizde çıkar,
     Düşlerde bile onlar var.
     *
     Manevi değerlerimiz çöktü,
     İnsanlar maddeyi seçti,
     Değişip, çok şeyden geçti.
     Nerde sevgi, saygı, vakar?
     Bu düzen ki, bir gün kokar.
     *
     Aramıza girdi sıra dağlar,
     Bizi bize bağlayan bağlar,
     Yıldan yıla çürür, kopar.
     Boşuna dememiş atalar;
     “Ateş, düştüğü yakar”.
     *
     Kim kulak verir ki sözüme,
     Haksızsam tükürün yüzüme!
     Anlamıyorum ne oldu özüme?
     Belki derinlerde bir güzellik var,

     Dikenler yüzeydedir batar, batar. 

(YediGün gazetesi: 02.04.2015)

1 Nisan 2015 Çarşamba

ANKARA ŞİİRLERİ; Abdullah Çağrı ELGİN

Abdullah Çağrı ELGÜN
ANKARA

Tüm sevdalı yüreğime bu ezikliği,
Kararmış ufuklarınla, sen koydun Ankara.
Solgun yanaklarımda, hayattan bezginliği,
Bu başıboşluğunla, sen verdin Ankara.

Her bakışta, en büyük anıtı seyrettim penceremden.
Düşündüm, Koca Türk'ü sığdırmışsın taşlarına.
Her çekişte, derin bir hüzün penceremden.
Ankara, sen neler getirmedin, çoğunun başlarına!..

En güzeli kızların, bağrında gül gibi açmış.
Aşıkların tüm tutkuları, sende kördüğüm.
Gördüğüm, hep kurşun yarası, sana ölüm kucak açmış.
Ankara, bitsin böyle günlerim, hep takvimi saydığım.
                                                         
DÖNÜŞÜNÜ BEKLİYORUM

Ellerime, kenetlenen ellerin,
Kopardı yüreğimi…
Ben, şimdi ellerinde çırpınan,
Yüreğimi bekliyorum.
Ya sen gel, ya getir yüreğimi!..

Okul yolundayım, saat on yedi.
Havadan, duman duman hüzün, avuç avuç kir.
İnmekte, sırılsıklam saçlarımdan aşağı,
Yokuş yokuş, hep yokuş; istasyon, terminal.
Seyrekleşirken Tandoğan Meydanı’nda insanlar,
Elinde valizin, dönüşünü bekliyorum…
Kaç siren vurdu, saat hâlâ altı…
Yuvasına koşuşmakta insanlar.
Koşar adımlarla bana, gelişini bekliyorum.

Olmuyor, sensiz akşamları Ankara’nın.
Tandoğan Meydanı’nda insanlar sessiz.
Yine gel, yine; Tandoğan Meydanı’na!..
Bardak bardak yudumlasın hasretini gözlerim.
Yine gel, yine, Tandoğan Meydanı’na!..
Ellerini, ellerime verişini bekliyorum…

ANKARA'DAN

Bir gönül burukluğu, yürek yarası,
Görmedim, almadan geçen Ankara’dan.
Sevda çeşmesinden,bir bardak suyu,
Görmedim, içmeden geçen Ankara’dan…

Ankara, en kalpsizi gurbet diyarlarının,
Acımasızı, dert verip, cana kıyanlarının,
Hoyratça yükselen,  tepe ve dağlarının,
Dumanlarını, görmedim, içmeden geçen Ankara’dan…

Ankara, bir problem, çözülmeyen bir düğüm,
Konuşulup, tartışılan meclislerde her öğün.
Bir hasta ki yatmakta, yakın doğum,
Sancılarını, görmedim, çekmeden geçen Ankara’dan…

Ankara, dertlere derman şehri Anadolu’nun,
Kültür hazinesi, ilim yuvası ârif yolunun,
Bir yuva sıcaklığı, okşayan anne kolunun,
Şifasını,  görmedim, tatmadan geçen Ankara’dan…

ANKARA SOKAKLARINDA

Semalarında yükselen kapkara bulutun,
Gönlüme elem verdi, geldiğim günden beri.
İçimde öğrenmek, bilmek hevesi, umutun.
Başıma dertler verdi, geldiğim günden beri.

Gezerken zaman zaman sokaklarında başı boş,
Duymak isterdim oysaki sıcak nefesini,
Sense; gecelerini öyle bed, soğuk, nahoş
Gösterdin, aldırmadan bu güzelim sesini;

Sokakların loş, Kızılay öylesine ıssız.
Akşamları, koşuşan insanlarına bakıp bir an,
Seni sıcaklarıyla boğup, tedirgin, susuz;
Bırakanlara lânet dileklerimdi her an.

Senin göğsün kan, yüreğin yara olmamalı…
Hastalık, çaresizlik; şanına göre değil!..
Anadolu’m, gözünde sis, kara olmamalı.
Sevgiler bu gönüle dar, bana göre değil!..

Ankara, daha yetmedi mi verdiğin çile?..
Kaç seveni boynu bükük, mahsun bırakacaksın?
Senin gecelerin, düşmedi mi dilden dile?
Daha, hangi köşende beni ağlatacaksın?..

BENSİN ANKARA

Seni seyrediyorum Ankara!
Kirli düşüncelerimden arınmış duygularım.
Sen güzelsin, hoşsun Ankara!..
Sen içimdesin ve ben senin!..
Sen, bensin bensin Ankara!..

Güzelsin, hoşsun; fakat bir tuhafsın Ankara.
Bazan dumanlardan sıyrılarak,
Aydınlık gün oluyorsun…
Sonra, birden bire kararıp,
Gecelerden daha kara, geceye giriyorsun.
Aydınlık, karanlık ve rüzgar,
Tutarsız, soğuk ve anlaşılmazsın…
Sen içimdesin ve ben senin,
Doğrusu, bensin bensin  Ankara!..

Ne kadar iç içeyiz, bir anlasan.
Bir afetin kurbanı olmuşuz ikimiz de…
Ben, senin aşkına yanmışım,
Söz dinletemediğim.
Sense, siyaset narına !..
İkimizde sürünmekteyiz…
Sen içimdesin ve ben senin,
Doğrusu, bensin bensin Ankara!..
Bir ulu çınar Anıtkabir, Tandoğan, Anıttepe,
Dikimevi, Cebeci, Kızılay, Çankaya.
Bahçeli, Tandoğan, Maltepe, Çankaya.
Ulus, Opera, Sıhhıye, Çankaya.
Çankaya  Çankaya  Çankaya!..

Sende düğümlenir boğazıma bir şey…
Susar, büyür büyür, memleket olur dudaklarım.
Tırmanır, Çankaya’ya yukarı bin sitem.
Boşanır, Çankaya’dan aşağı…
Anlamayız  bir türlü kendimizi,
Sen benimsin, benim memleketimsin,
Sen içimdesin ve ben senin,
Doğrusu bensin bensin Ankara!... // Yukaridaki beş şiir 1978-1980’li yıllar arasında yazılmış  Ankara şiirleridir.

ANKARA ELLİNCİ YIL PARKI
        
Ellinci Yıl Parkı’na çıktım, bir Pazar günü,
Seyrederken etrafı, unuttum burda dünü.

Gözlerim uzaklarda, dinlenerek tarıyor,
Binlerce yıl öteden, tanıdık yüz arıyor.

Nihayet, selâm verdim Engürü, denen Dev’e,
Hacı Bayram, Agustun, Mabet olmuş bu eve .

Ankara Anıt, Yalvaç, Uluborlu’nun eli,
Yanında postun seren, Hacı Bayram-ı Veli.

Hacı Bayram Camisin, avlusu dolu dolu,
Buraya gelenlerin havada, eli kolu.

Cennet bahçelerinden, bir çiçek dermek için,
Allah’a yalvarıyor, Tek, Nur’a ermek için.

Hıçkırıklar, göz yaşı, boğazlar tıkanıyor, 
Gelenler, bu Mabedin, nuruyla yıkanıyor.

Veli’ye el eyledim, Karyağdı’ya yürüdüm,
Üç İhlâs, bir Fatiha, üstlerini bürüdüm

Mehmet Âkif Parkı’nda birazcık soluklandım,
Hacı Musa Camisinde oturdum, Abdest aldım.

Ezanlar: “Allah Bir’dir!” diyerek yarışıyor,
Minareler uzanmış, göklere karışıyor.

Sarı Kadı, el ele, Âkif’in Mahallesi,
Altındağ beldesinin sanki altın nefesi.

Sokaklar pırıl pırıl, bura halkı pek yelmiş,
Taceddin Dergahı’na, duyan kadın, kız gelmiş.

Buraya  inenlerin, ruhları dinleniyor.
Gül bahçesi her taraf, gönüller şenlenleniyor.

Kimler gelip geçmişler, çok ünlüden izler var.
Tacettin, Âkif, Muhsin, Yörük Dede, uzlar var.

Ellinci Yıl Parkı’ndan gezindim Ankara’yı,
Al-yeşil ve siyahlar bürünmüş, can karayı…

İçimi delip geçen gözlerleriyle, bakıyor.
Ellerim bırakırken, yüreğime akıyor.

Kucaklaştık, sarıldık, kor gibi döşü, bağrı,
Teninin kokusundan, yandı, yıkıldı Çağrı !..

Saçları, salkım söğüt, rügarlar savuruyor, 
Dokundu alev alev; kor, ateş kavuruyor.

Rüzgâr kıskançlığından, havayı körüklüyor.
Çağrı’yı, betonlara, çarparak sürüklüyor…

Ankara, büyülüyor, beni, benden alıyor;
Ayaklarım yürürken, gönlüm orda kalıyor.

Yürüdü, uzaklaştı, dedi: “Adım ANKARA!..”
Bir sıkıntın olursa, gel beni burda ara…// 19 Eylül 2010 Ankara/Erzurum Mahallesi